Yıl 1856 İzmir’de ilk Organize at yarışları

Detaylı çalışmalar yapıldığında görülüyor ki İzmirli Levantenler tarafından organize edilen at yarışlarının geçmişi 1840’lı yıllara kadar dayanır.

O yıllarda belli bir takvime bağlı kalınmaksızın önemli günlerde ve özellikle paskalya şenliklerinde at yarışları düzenleniyordu.
İzmir’in Levanten aileleri bu yarışlara çok önem veriyor, mutlaka katılıyor, özellikle Giraud Ailesi, Charlton Whittall ve İskoçyalı James Borthwick Paterson at yarışlarına özel ilgi gösteriyorlardı.

O tarihlerde hem Charlton Whittall’ın hemde James Bortwick Paterson’un birer at harası vardı. Withall harasının daha sonra evlerinin yanındaki haralarını Şirinyer’e taşıdı.

İzmir özellikle 17- 19. yüzyıllarda Levantenlerin yoğun olarak yaşadığı bir şehir hâline gelmişti. Bu dönemde İzmir'in önemli bir ticaret merkezi olmasında ve ticaret hayatının gelişmesinde Levantenler önemli bir yol oynamışlardı. Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan çeşitli milletlere mensup yabancılar Osmanlıların kendilerine tanıdığı ticari ayrıcalıklar nedeniyle önemli bir ekonomik gücü ellerine geçirmişlerdi.

Bu yabancı aileler içinde en önemlileri Smyrna Racing Club’un kuruşunda önemli roller oynamışlardı.

Whithall ailesi Levantenlerin en önemlilerinden olup bu aile içinde 1809 yılında bir İngiliz ticaret şirketi (Breed et Co.) tarafından İzmir’e gönderilen, Liverpollu tüccar Charlton Whithall At yarışlarıyla çok ilgilenmişti. Charlton, Giraud ailesinin evlerinden birini kiralayarak Bornova’ya yerleşmişti. Hemen arkasından kardeşi James ve diğer aile üyeleri geldiler ve İzmir’e yerleştiler. Whithall ailesi zamanla diğer Levanten ailelere de örnek olmuştu. Özellikle Fransa’dan birçok kişinin bu şirket aracılığıyla İzmir’e yerleşme imkânı bulduklarını biliniyor. İzmir’de git gide büyüyerek ticari bir imparatorluk hâline gelen Whithaller yarışlara sponsor olması ile İzmir At Yarışlarının gelişmesinde önemli rol almışlardır.

Diğer bir Fransız aile Giraudlar, İzmir’in köklü ailelerinden biridir. Ailenin tarihi, özel arşiv ve yaşayan aile üyeleri ile yapılan sözlü tarih çalışmasına göre, 1760’lı yıllarda İzmir’e yerleşen tüccar ve armatör Jean Babtiste Giraud ile başlamaktadır. Babtiste İzmir’e yerleşikten sonra kendi şirketini kurmuş, 1780’li yılların sonlarına doğru, kendisi gibi İzmir’de yaşayan Venedik Konsolosu Lukas Cortazzi’nin kızı ile evlenir. Giraud zamanla İzmir’in en zengin tüccarlarından birisi olmuştur. Bu ailelerin sadece İzmir’in değil Türkiye’nin de sanayi uygarlığına girişte büyük rol oynadıklarını belirtmek gerekir.

Bu ailelerin İzmir’de At Yarışlarının başlamasında çok büyük destekleri vardır.

Sultan Abdülaziz’in İzmir Ziyareti

Sultan Abdülmecid 1863 yılında Mısır seyahatinden dönerken İzmir'e geldiğinde Whittall ailesine ait Büyük Ev'i ziyaret etmişti. Padişah, köşk bahçesinin girişinde Charlton Whittall'un yerel giysiler içindeki iki gelini Magdelen Blanche ve Elise tarafından karşılanmış, kendisine gümüş bir tabla içinde köşkün anahtarı sunulmuştu.

Şu anda Ege Üniversitesi rektörlüğü olarak hizmet veren köşk, 1800’lerin başlarında inşa edilmişti. Köşk ailenin sahip olduğu itibar sebebiyle 1863 senesinde Sultan Abdülaziz ziyaret ettikten sonra 1886 senesinde Edinburg Dükü Alfred Ernest Albert ve beraberindeki -1910 yılında George V. Adıyla İngiliz tahtında yerini alacak olan– George Frederick Ernest Albert ve 1921 senesinde ise Yunan Prensi Andrew gibi önemli kişilerce ziyaret edilmiştir. Köşkün mülkiyeti akrabaları olan Giraud ailesine geçmiş ve 1960 yılında kamulaştırıldıktan sonra Ege üniversitesine tahsis edilmiştir.

Bu ziyaret sırasında Sultan Abdülaziz’in at yarışlarına ilgi duyduğunu bilen İzmirli Levantenler, sultanın şerefine büyük bir koşu günü düzenlemişlerdi. Sultan Abdulaziz spora olan düşkünlüğü ile bilinen bir padişahtı ve kendisinin şerefine İzmir Yarışçılık Kulübü adı ile kurulmuş olan; SMRYNA RACES CLUB yarışlarını izlemek üzere, yardımcıları ile birlikte Kızılçullu mesire yerine gelmişti.

O dönemde yabancı sermayenin katkısıyla İzmir-Aydın demiryolu yeni yapılmıştır ve Buca'ya da bir hat çekilmesi için Bucalı aileler Sultan'ı ikna etme amacındalardır. Zaten, ileriki yıllarda Buca hattının yapılmasında Bucalı Rees ve Forbes ailelerinin etkilerinin büyük olduğu bilinmektedir. Bunun yanı sıra İzmir'in varlıklı aileleri Osmanlı Sultanı'nı Paradiso'da düzenli bir şekilde at yarışlarının düzenlenmesi için de ikna etmek istemektedirler.

 

Osmanlı Sultanı Abdülaziz'in Paradiso ve sonrasında Buca ziyaretini L. Gardey, "Voyage du Sultan Abd- ul- aziz, de Stamboul au Caire" adlı kitabında şöyle anlatıyor:

''Cuma günü, Sultan, maiyeti ile birlikte Hisar Camii'ne gidip namazını kıldı. Bunu duyan büyük bir kalabalık, bu nedenle, caminin çevresini ve Sultanın geçeceği yolları erkenden doldurmuştu. Camiden çıkıldıktan sonra, Türk ve Ermeni mahallelerinden ve Kervan Köprüsünden geçilerek, İyonya'nın parlak güneşi altında, zevklerimizi taçlandırmaya layık bir yere gidildi. Burası, 'Büyük Cennet- Le Grand Paradis- Paradiso' diye bilinen bir yerdi.

Bugün Buca sınırları içerisinde İzmir Şirinyer Hipodromunun

olduğu yer olan bölgede O zamanlarda Bir ahşap tribün, yine bir ahşap protokol tribünü ve bir hakem kulesi mevcuttu.

Tribünler ile yarış pisti arasında, demir parmaklıklar vardı. Start ip marifeti ile verilirken, her eküri kendisine ait olan forma renkleri ile pistte çıkıyordu.

Sultan Abdulaziz in ilk dikkatini çeken bu yerde yarışlardaki atlar oldu;  ANGOLO ARABİAN HORSE yani yarım kan Arap Atları ve yine Osmanlıda henüz çok bilinmeyen THOROUGHBRED yani bu gün bilinen adı ile İngiliz atları bu yarışlarda koşuluyordu. 

Türkler iki neden ile bu yerdeki yarışlara çok fazla ilgi duymuyorlardı; Öncelikle “Paskalya” günleri yarışlar koşuluyordu ve en önemlisi de dış menşei atlar ile baş etmek mümkün değildi.

Türklerin elinde en iyisi Arap atları olan safkanlar vardı ki bu yerdeki atları eldeki imkanlarla geçmek mümkün değildi. Bu nedenlerle Türkler yarışlara ilgi göstermiyor ve katılımcı olmuyorlardı.

Burada, Jokey Kulübünü destekleyen büyük bir kalabalık, en candan gösterileriyle bu gibi yararlı kuruluşlara önderlik etmek isteyen Sultanı alkışlarla karşıladı. Daha sonra, çeşitli atlı gösteriler büyük bir ilgiyle izlendi ve büyük bir başarıyla tamamlandı. Yarışı kazananlar arasında Whittall' lardan birinin adı da ilan edilmişti. Şeref ödülü ise, İzmir'in gurur duyduğu bu ünlü konuğu ağırlamak için elinden gelen her çabayı göstererek bunu hak etmiş olan, Jokey Kulübü Başkanı ve Fransız Konsolosu Kont Bentivoglio d'Aragon'a verildi.. 

Sultan bu arada, kontu çadırına davet ederek duyduğu memnuniyeti iletti ve kendi Arap atlarından birini Konta hediye etti. Yarışlardan sonra, Padişah Buca'ya giderek orada M. Baltazzi' nin (Baltacı) villasında bir süre dinlendi.''

Yarıştan sonra Sultan'ın orkestrası ufak bir konser verdi ve İtalyan ile Rum kökenlere sahip Bucalı bir aile olan Baltazzi'nin köşkünde kendilerine bir yemek verildi. Yarışa ismi sıkça bilinen Bucalı ailelerin Blackler, Langdon, Hanson, Amira, Sevastopoulo, Fabrizzi, Carre, Cugino, Schiffmann, Ricci ve Katolik ile Protestan papazlar katılmıştı.

Sultan Abdülaziz'in Buca'da geceyi geçirip geçirmediği ile ilgili çelişkili ifadeler vardır. Bazı kaynaklara göre Sultan Abdülaziz, Buca'da Baltazzi Köşkü'nde bir gece geçirir, bazı kaynaklara göre ise yemekten sonra biraz dinlenir ve geri döner.

Bunun dışında bilinen bir şey de Sultan Abdülaziz'in giriş yaptığı kapının gelenek olduğu üzere mühürlenmesidir. Söylentilere göre Sultan, Aliotti Bahçesi'ne (günümüzde Hasanağa Bahçesi) bakan kapıdan kabul edilmiş ve adet olduğu üzere, kapı bundan sonra kapatılarak bir daha kullanılmamıştır. Sultan, at üstünde Şirinyer tren istasyonuna dönmüş ve oradan da İzmir'e geçiş yapmıştır.

Atatürk Gerçek Bir At Tutkunudur

İzmir nihayet düşman işgalinden kurtulmuş ve komuta karargahı olarak Uşakızadelerin Göztepe'deki konağı seçilmiştir. Latife hanım tahsilini Fransa’da yapmış, sorbonda okumuş, kültürlü, evin güzel kızıdır.

Koca yürekli komutan kendi terimi ile yazalım LATİF' kıza abayı yakmış sonuçta ise iş Zübeyde Ana'ya düşmüştür.

İzmir'e yüz görümlüğü olarak Zübeyde Ana ile beraber çok kıymetli bir hediye gönderilmesi gerekmektedir.

Mustafa kemal Atatürk Trablusgarp'ta satın aldığı ve en sevdiği atı olarak gösterilen, tüm yaşamı boyunca Salih Bozok ve kendisi harici kimseyi üzerine bindirmediği kıymetli safkanı SAKARYA’yı İzmir'e yüz görümlüğü olarak Latife hanıma yollamıştır.

Atatürk'ün Latife Hanım'a ve çok sevdiği atlara verdiği değeri buradan anlamakta mümkündür.

Kurtuluş Savaşı’nın Başlamasını sağlayan Atlar

Yıl 1918, Osmanlı Devleti’nin sonu gelmek üzere olan o karanlık günlerde Mustafa Kemal Paşa, Halep’te bulunuyor ve İstanbul’a gidecek parası yok bile yok. Tek varlığı zamanla edindiği, yetiştirdiği atlar ve kısraklar. Tek çare bunları satmak ama O denli sevdiği bu atlardan ayrılmak da onun için oldukça güç. Ama satacak, para edecek başka hiçbir şeye sahip değil ve ömür boyu yaverliğini yaptığı Salih Bozok’a birgün: “Salih, bu atlardan birkaçını satıp da İstanbul’a gidebilirim” dedi.

Salih Bey atları satma görevini üstlendi fakat tek bir alıcı bulamadı. Subayların hiçbirinin durumu Mustafa Kemal Paşa’dan iyi değildi. Halep’in hali vakti yerinde olan zenginlerin çoğu at meraklısıydı ama atları alsalar, seferberlik var, ülke savaşta ve ordu tüm hayvanlara el koyuyordu. Mustafa Kemal Paşa, tam bir çıkmaz ve çaresizlik içindeydi.

İşte tam da bu günlerde, 4. Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa ile Halep’te buluştu. Cemal Paşa’nın Mustafa Kemal’e eskiden beri sevgisi ve bağlılığı vardı. Birçok konuda da görüş birliği içindelerdi. Bir ara söz dönüp dolaşıp Mustafa Kemal Paşa’nın sıkıntı içinde olduğuna geldi: 
“Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklarım var. Bunları satmak ihtiyacındayım; isteklisi çıkmadı. Siz buranın eski komutanısınız, bana bir yol gösterir misiniz?” Dedi.
Cemal Paşa; “At ve kısraklarınızı önce veterinere muayene ettireyim. Diyarbakır'da iken, Alman ve Avusturyalılar, bu atlarla kısrakların önemli bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden şüphe etmiyorum, ama öyle yapınız...” 
Ve Cemal Paşa, tüm at ve kısrakları iki bin altına aldı.



Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gidebilmesi, “Kurtuluş Savaşı”na başlayabilmesi çok sevdiği, yıllardır edindiği, yetiştirdiği at ve kısraklarının sayesinde oldu.

Dahası, Cemal Paşa bu hayvanları sonradan beş bin altına satacak ve atların ve kısrakların değeri iki bin değil, beş bin altınmış diyerek aradaki üç bin altını Mustafa Kemal Paşa’ya gönderecektir ve yıllar sonra diyecektir ki:
“Bu para, yeni girişimlerimde bana destek olmuştur. Bunu belirtmeyi görev sayarım.”

Mustafa Kemal Paşa, atlarından, kısraklarından ayrılması kuşkusuz onu çok üzmüştü. Çünkü atları o kadar çok seviyordu ki... Onda at sevgisi bir tutkuydu. Onları okşarken elleri sevgi ile titrer gözleri parlardı. Onlarla konuşurdu da. Ve bu sevgi karşılıklıydı. Seyislerine huysuzluk yapan atlar onu karşılarında görünce hemen terslenmeyi keserlerdi. Neredeyse çocukları sevdiğince severdi atlarını...

Ankara’da çiftliğindeki taylarından biri ruam hastalığına yakalanıp da öldürülmesi gerektiğinde, ellerine lastik eldivenler geçirerek tayı birkaç kez okşamadan öldürmelerine izin veremeyecek, hayvanı okşarken de gözyaşlarını tutamayacak ve ağzından şu sözler  dökülecektir:

“Çocuğum olmadığında hikmet ve isabet varmış. Eğer bir evlat kaybetmek felaketine uğrasaydım kalbim bu elem ve kedere dayanamazdı.”

Atları onun arkadaşları gibiydi.

“Bir arkadaş daha bizi terk ediyor bugün Sabiha...” Dediğinde acı içindeydi. Sabiha Gökçen birden irkilecek, o günlerde Gazi Paşa’nın yakınları arasında ölümcül bir hastalığa yakalanmış kim var diye belleğini zorlamıştır. Sabiha Hanım, çıkaramayınca da Gazi böylesine üzgün olduğuna göre ölümüne yandığı bu arkadaşının bilmediği ama mutlaka çok sevdiği biri olduğunu düşünürken içeriye Gazi’nin tabancasını elinde tutarak giren bir dosta onun:

“Durumu nasıl? Hiç umut yok mu?” Diye sorması karşısında şaşkınlığı daha artacaktı...

“Maalesef Paşam! Yok. Herkes elinden geleni yaptı. Böyle daha fazla acı çekmesine müsaade etmeseniz iyi olur... Bir şey daha söylemek isterim. Gözleri sanki sizi arar gibi...”

“Arar, arar ya... Atlar insanlardan daha hassas, daha vefakâr ve daha çıkar düşüncesinden uzaktırlar. Bunca yıl bana hizmet etti, bana yoldaşlık etti. O benim kokuma, ben onun kokusuna alıştık. Birbirimizin huyunu da iyi öğrendik. Yazık oldu hayvanıma...”
Evet, o çok sevdiği atlarından biri hastalanmıştı, umar da yoktu, vurulması gerekiyordu acısını dindirmek için. Ona karşı bu son görevi de sahibi yapmalıydı. Silahını aldı, ahıra doğru yürüdü. Gazi eğildi, mendili ile köpüklerini sildi, yelesini okşadı atının.
“Oğlum, oğlum! Şimdi bütün acıların dinecek!” Öptü onu birkaç kez. 

“Sen mi beni arayacaksın, yoksa ben mi seni?”
Doğruldu, silahını hayvanın tam altına doğrulttu. Parmağı tetikte. Ama öyle kalakaldı. Bir yontu gibiydi. Ve birden gözlerinden yaşlar boşandı. 

“Alın! Alın! Götürün hayvanı buradan! Çok uzaklara götürün. Acı çektirmeden ölmesini temin edin. Gerekirse iğne yaptırın. Uyutun, öyle vurun! Ben düşmanlarımı bile böyle vuramamışımdır! Bana bunu yaptırmayın...”

O olaydan sonra Gazi, uzunca bir süre ata binemedi. Ve bir gün Çankaya’da sofrasında Gazi yaverlerine buyuruyor:

“İki gün önce bizim atlardan biri doğurdu. Alıp onları buraya getiriniz.” Konuklar, herkes şaşkın. Yaver, duraksıyor. Gazi’nin “Sevelim, görelim, okşayalım” sözleri şaşkınlığa, duraksamaya bir son veriyor. Çok geçmeden tay ve annesi Yıldız, bakıcıları Kerim’in yedeğinde şeref salonundaydı. Salonda ayakları kaymasın diye geçecekleri ve duracakları yerlere halılar, kilimler serilmiş. Gazi, onları ayrı ayrı sevmiş ve eliyle kesme şeker yedirmiştir.

En çok atlara tutkun olan Atatürk'ün iki atı vardı. Bunlardan en çok sevdiği atın adı Latife Hanım’a hediye ettiği Sakarya ve muhabere yıllarında bindiğinin adı ise Çankaya'dır.

Ankara’da Ulus meydanındaki Zafer Anıtı heykel gurubunda tasvir edilen at, Zafer kazanılan meydan muharebesinin yapıldığı aynı adlı yerden adını alan Atatürk’ün atı Sakarya’dır.

Pin It